Kelimelerin Duygulanımı: W. Bion’da Arzu ve Hafıza

Yazar:

Kategori:

Sözler duygulanım yüklüdür. İçimizde duygusal bir tepki uyandırma potansiyeline sahiptirler. Duyguları temsil eder, etkiler ve üretirler. Okuyucu, önceki üç cümlenin her birinde birer terimden söz ettiğimi fark edecektir: “duygulanım”, “duygusal”, “duygu”. Bu üç kelimenin ne anlama geldiği, kişinin okuduğu yazara ve yazdığı bağlama bağlıdır.

Psikanalizin Elementleri’nde Wilfred R. Bion (1963), isimlendirme konusunu ‘köpek’ sözcüğüne gönderme yaparak tartışır. “Bilinçdışı”, “rüya” ve “masa” gibi diğerlerinin yanı sıra “köpek” terimi, “bir dizi olgunun, anlamı bilinmeyen bir tutarlılığa sahip olduğunun kabul edilmesiyle ortaya çıkar” der ve şöyle devam eder. “Köpek” kelimesi, “dağılmalarını önlemek” için olguları birbirine bağlar (s. 87). Bir başka deyişle fenomenler “anlamsızdır” (s. 88). Ancak bir adla birbirlerine bağlandıklarında “hakkında düşünülebilir” ve “anlam birikmeye başlayabilir” (s. 88). Bion’un yazılarındaki bu “isim” ve eserinde kullandığı kullanımlar aracılığıyla psikanalitik kuramları referans alan uygulayıcılarının seanslarda arzudan vazgeçme talimatının temelini oluşturan arzu söylemlerinin izini süreceğim. Bu nedenle, bu söyleyeceklerim argüman odaklı olmaktan ziyade doğası gereği keşif niteliğinde olmaya çabalayacak.

Bion’un “Bellek ve Arzu Üzerine Notlar” (1967), “Bellek ve Arzu’nun Opaklığı” (1970) adlı iki makalesine dikkatimi büyük ölçüde yönelteceğim. “arzu” ile “hafıza”, “duyusal deneyim”, “gözlem” ve “sezgi” gibi diğer terimler arasında kurduğu çağrışımlar ve ayrımlar bizim için bir dizi soru ortaya çıkartıyor: Bion arzuyu ve hafızayı nasıl tanımlar? Onun için hangi işlevleri yerine getiriyor? Ona göre, bir terapist seans sırasında neden isteksiz/arzusuz olmalıdır? Arzusuz olmak daha kesin olarak ne anlama gelir, nasıl olur ve sonuçları nelerdir?

Bion, yazdığı her şeyin daha önce söylendiğini ve yalnızca bu fikirleri, değerlerini artırmak için onlara ek ışık tutacak bir şekilde yeniden ifade etmeye cüret ettiğini özel olarak sık sık dile getirdi. Bilhassa “Hafıza ve Arzu” da bu fikirlerden biri. Psikanalitik Forum’da konuyla ilgili makalesini tartışanlara verdiği yanıtta, Freud’un mektubundan bir pasaj alıntılıyor. “Tüm ışığı tek bir karanlık geçitte yoğunlaştırmak için işimde yapay olarak kendimi kör ettiğimi biliyorum” (Bion, 1967b, s. 280). Bion’un, şiirsel bir lisanla da olsa, Freud’un, duyulardan türetilen enformasyonun türevleri olan (psikanaliz yapmak için) görünüşte alçaltılmış olan hafızayı, arzuyu, anlayışı ve önyargıyı terk etmeye dair metanetli kuralının onurlu şablonu haline gelen ifadesinin yorumu buydu.

Bunlar, Bion’un deneyimindeki iki kaynaktan ortaya çıktı. İlki, Birinci Dünya Savaşı’ndaki muharebe hizmetiydi. Hattın çok gerisindeki karargahtaki üst düzey subayların mesajlarına ve tavsiyelerine güvenmemeyi acı bir şekilde öğrendi. “Aslında düşmanla yakın deneyimi olan bizler için uzaktan teoriler ileri sürüyorlardı” demişti. Ayrıca bir otorite olarak psikanalitik süpervizyona ve süpervizyon konseptine güvenmiyordu ve yalnızca meslektaşlarının (ki adayları meslektaş olarak görüyordu) klinik vakaları hakkında sadece “ikinci bir görüş sunmayı” kabul ediyordu.

Psikanalitik kuramı, analizanın geçmiş öyküsünü ve çoğu analistin analizanlarına nasıl yaklaştığını simgeleyen ritüelleştirilmiş rutini, kurulu düzenin ikiyüzlülüğünün türevleri olarak karşılaştırdı; burada ve şimdinin taze ve canlı deneyimi ile. Bion’un ilk makaleleri, psikotik analizanları tedavi etme deneyimlerine odaklandı. Klein’ın ölüm içgüdüsü, kıskançlık, açgözlülük, paranoid-şizoid ve depresif durumlar ve şizoid mekanizmalar (bölme, idealleştirme, tümgüçlü inkar ve yansıtmalı özdeşim) kavramları ve Freud’un yaşam ve ölüm içgüdüsü kavramları ile donatılmış haz ilkesi aracılığıyla, maceracı bir şekilde danışanlarının psikotik düşüncelerinin derinliklerini araştırdı. Her şeyden önce, psikotiklerin gerçeklikle yüzleşmenin onlara dayattığı hüsrana karşı olağandışı bir tiksinti sergilediklerini ve sonuç olarak, yansıtmalı özdeşim yoluyla düşünülmemiş duygularını ve farkındalıklarını nesnelerine boşaltarak düşünmekten kaçınmaya çalıştıklarını fark etti. Daha sonra, psikotik analizanların bebekliklerinde yansıtmalı özdeşleşimin normal kullanımından mahrum bırakıldıklarını, bu sayede korkularını kontrol altına alabilen, sürdürebilen, tolere edebilen, yatıştırabilen ve korkularını “tercüme edebilen” bir anneye erişebileceklerini akıl yürüterek Klein’ın kavramını tersine çevirdi. özellikle de ölüm korkusu üzerine olan kısmını.

Bion o ana kadarki tüm teorilerin kurallarını çiğnemiş ve yansıtmalı özdeşimi bebeklik ve çocuklukta bağlanma, uyumlanma ve duygulanım uyumu için temel olarak oluşturmuştu. Bion, Klein’ın iki temel fikrini, ölüm içgüdüsü ve yansıtmalı özdeşimi tersine çevirmişti. Birincisi açısından, bebeğin ölüm içgüdüsünü yalnızca başkalarına yönelik yıkıcı bir güç olarak değil, aynı zamanda “ölüm korkusu” olarak kendisine yönelik olarak deneyimlediğini düşündü. Daha sonra Klein’ın yansıtmalı özdeşim kavramını, önce onu bebek-anne ilişkisinin gerekli bir yönü olarak normalleştirerek ve ikinci olarak onu intrapsişik bir bilinçdışı düşlemden anne ve bebek arasındaki öznelerarası bir sürece genişleterek tersine çevirdi ve genişletti. Böyle yaparak, karşı aktarımı yalnızca değerli bir analitik araç olarak meşrulaştırmakla kalmadı; ayrıca, Bowlby’nin bağlanma/bağlanma modelinin psikanalitik kuramdaki karşılığını, “kapsama kavramını” keşfetmiş oldu ve aynı zamanda duygulanım uyumu kavramını ve yepyeni bir yaklaşımı öngörmüştü. Böylece yalnızca psikotik analizanları değil, aynı zamanda normal bebek gelişiminin ontolojisini ve fenomenolojisini anlamak ve psikanalizdeki öznelerarası yaklaşımın geçerliliğini belirlemek için bir alan açtı.

Kurallara uysaydı bunu başaramazdı. Başka bir deyişle, Bion, karakteri ve eşsiz kişisel savaş tarihi sayesinde, ritüeller, tekrarlar ve prosedür alışkanlıkları tarafından hipnotize olma tehlikesine karşı son derece ihtiyatlı davranmıştı ve bunun değerini biliyordu. Bir bakıma, bir çeşit kendiliğindenlik.

Bion, okuyucularına, analizin; analist ile analizanı arasında “yakın ilişki içinde bir izolasyon duygusu” sürdürerek “bir yoksunluk atmosferinde” yürütülmesi gerektiğini söyler. Bunu doğrudan arzuyla ilişkilendirir: “Analist, kendi içinde analizanlarının arzularını tatmin etmeye veya kendi arzularını arzulamaya yönelik her türlü dürtüye direnmelidir”. Bion, yoksunluk ve arzu arasındaki bağlantıyı kurarken, analist ile analizan arasında ayrım yapar: Analist, hareket etme dürtüsüne direnirken, analizanın arzularını tatmin etmemelidir, ancak analizan onun için ‘doyuma ulaşmaya can atmamalıdır’. Burada dile getirilen ince bir fark vardır: İlki eyleme yönelik bir dürtüyü, ikincisi ise bir arzuyu ifade eder. Cümlenin sonunun ifadesine daha yakından bakmak için: ‘kendi tatminini arzulamak’. Bunun ‘kendi tatminini tatmin etmek’ değil, ‘kendi tatminini arzulamak’ olduğunu not etmek önemlidir. Bion, terapistin “kendi arzuları için doyuma can atmak” yönündeki “her türlü dürtüye direnmesi” gerektiğini yazar. Bu nedenle, terapist sadece kendi arzularını tatmin etme dürtüsüne değil, aynı zamanda arzularını tatmin etme arzusuna da direnmelidir. Örneğin ‘Aşermek’ fiili, arzuda ifade edilen arzudan başka bir şey olduğunu öne sürer: arzunun tatmini için duyulan arzu. Öyleyse, burada iki şey oluyor gibi görünüyor: Birincisi, bir nesne arzusu (her ne olabilirse) ve ikincisi, bu arzuyu tatmin etme arzusu. Böylece arzu bir nesneye bağlanırken, istek de arzuya bağlanır. Arzu, bu örnekte, arzu için bir nesne haline mi geliyor? Bir nesneyi arzulama eylemi, özlem içinde kendi başına bir nesne haline gelir. Başka bir deyişle, özlem bir nesne için değil, nesne için duyulan arzu kadardır. Terapist için buradaki zorluk, aşerme eyleminde terapistin dikkatinin kendi arzusuyla narsist bir ilişki kurmasıdır. Bu, Bion’un yazdıklarının bilinçli bir düzeyde arzulamak ve arzulamakla ilgili olup olmadığı sorusunu gündeme getiriyor. Terapistin arzularının tatminini arzulaması için, arzularının ve bu arzuları tatmin etme arzusunun farkında olması gerekir mi?

Bion, bir deneyimi iletmeye çalışırken dil kullanımının doğasında var olan zorlukların farkındadır. Learning from Experience’ın (Yaşayarak Öğrenmek) (1962) giriş paragraflarında şöyle yazar: “Kaydedilecek deneyimim var, ancak bu deneyimi başkalarına nasıl ileteceğim konusunda şüpheliyim”. Biraz daha ileride, okuyucuların bu kelimeleri yanlış kullandığını veya kelimelerin halihazırda çeşitli anlamlara sahip olması nedeniyle yanıltıldığını hissetme potansiyeline rağmen, “faktör” ve “işlev” gibi kelimeleri kullanma kararını tartışıyor matematik ve felsefe gibi disiplinlerle olan ilişkileri nedeniyle. Bion, sözcük seçiminin “çağrışım nedeniyle kasıtlı olduğunu ve belirsizliğin olduğu gibi kalmasını istediğini” açıklıyor . “Bellek ve Arzu Üzerine Notlar” (1967) adlı makalesi üzerine yorum yapan tartışmacıların sorularına verdiği yanıtlarda başka yerlerde “belirsizlik”ten söz eder. Bu, “arzu” ve “hafıza” terimlerinin bir sonucu olarak “karmaşanın bir kısmının” ortaya çıktığı duygusu bağlamındadır. “Arzuyu” kullanma kararı, yukarıda bahsedilen “faktör” ve “işlev” seçimi kadar kasıtlı bir eylem gibi görünüyor. Bu, onun tabiriyle “her psikanalistin bu terimlerin neyi temsil ettiği konusunda basit deneyler yaparak kendi kararını vermesi gerektiğini” önermeden önce, “arzu” ve “hafıza” için kısa “tanımlayıcı hipotezler” sunmasından sonra belirginleşir. Öyle görünüyor ki, Bion okuyuculara olası anlamlarla fazlasıyla yüklü, dolayısıyla muğlak ve kafa karıştırıcı bir terim, yani “arzu” terimini sunuyor. Böylece okuyucusuna da bir deneyim ve bu deneyimle çalışma ve bu deneyimden öğrenme fırsatı sunuyor. Bion’a göre, psikanalitik çalışma, gözlem ilkesi temelinde yürütülür. Bu, onun kendi tabiriyle “ne olmuş ne de olacak olanla değil, olup bitenle” ilgilidir. Seanslardaki şimdi ve burada ile ilgilidir. Bu, terapistin seansta hazır bulunmasını ve ortaya çıkabilecek her şeyi almaya açık olmasını gerektirir. Her seans kendi içinde tamamlanır. Arzunun (ve hafızanın) geleceği (ve geçmişi) tanıtarak çarpıttığı seansın zaman dışı bir boyutu vardır. Bion’a göre “psikanalistin katıldığı her seansın” “geçmişi ve geleceği olmamalıdır”. Arzunun varlığı bunu bozar. Bion, arzu ve hafıza arasında doğrudan bir bağlantı kurar. İkisi arasında ayrım yapmaz, “terimlerin her ikisinin de bir yayılımı olan bir olguyu temsil etmesi gerektiği” konusunda ısrar eder. Hafıza geçmişi ima eder, arzu geleceğe yönelik jestler yapar. Arzu, kişinin kendi dışındaki bir nesneye duyduğu açgözlü özlemdir. Şu anda olup bitenlerden dikkati dağıtmak olduğunu kanıtlıyor: “Eğer [analistin] zihni söylenen ya da söylenmeyenle ya da umduğu ya da ummadığı şeyle meşgulse, bu, deneyime izin veremeyeceği anlamına gelmektedir’ der. Bion, arzuların zihne “sahip olduğunu”, terapistin dikkatini bilinmeyeni sezmekten uzaklaştırdığını iddia edecek kadar ileri gider. Arzular zihne hükmediyorsa, analizan için ve kendisi ile analizan arasında olup bitenden ziyade ne arzuladığını gözlemlemeye başladığında, arzulama eylemi terapisti seanstan uzaklaştırıyor gibi görünmektedir.Bion’un yazılarında arzu, bir tikelliğe işaret eder, bir noktaya işaret eder. Yani arzu bir şey içindir. Başka bir deyişle, arzu bir nesne alır ya da nesne arar. Bunu yaparken Bion, arzulama mekanizması ile terapist tarafından deneyimlenen bireysel arzular arasında bir ayrım yapar. Bu şekilde adlandırılan arzular, arzu nesneleridir. Bion, ‘Bellek ve Arzunun Opaklığı’ (1992 [1970]) adlı makalesinde, “eğer psikanalist kendini bellekten ve arzudan kasıtlı olarak mahrum bırakmadıysa, analizan bunu ‘hissedebilir’ ve ‘duygu’nun hakimiyeti altına girer. analistin ruh hali, yani ‘arzu’ terimi tarafından temsil edilen durum tarafından ele geçirilmiş ve kapsanmıştır “(s. 42).

Görünüşe göre Bion burada, terapistin arzusunun, bu örnekte, danışanı bir nesne olarak aldığını ve bu durumda, analizanın, analizana yansıtılan arzusunun karşılanması yönündeki terapistin talebiyle dolup taştığını öne sürüyor. Bu, analizanın seansa getirdiği her şeyi almaya açık bir terapist bulması yerine gerçekleşir. Başka yerlerde ortaya çıkan arzuların -“tatil, analizanın iyileşmesi, iş gününün sonu”- bir listesini takiben Bion kendi ifadesiyle, “hepsinin aynı konfigürasyona sahip olduğunu” belirtir. Bu nedenle, farklı görünebilirler, ancak temelde ilişkilidirler. Yukarıda alıntılanan cümleden önceki cümlede, arzuyu “sürekli bir bağlantı” olarak tanımlar. Arzunun ortaya çıkışı, örneğin terapistin dikkatinin dağılmasına tekabül eder. Bion’un bahsettiği arzulara dönüp bakıldığında, bunların hepsinin düşünce olarak ortaya çıktığını görürüz. Analistlere düşüncelerini “disiplin altına almaları” gerektiğini öğütlemesinin nedeni belki de budur.

Buna göre, terapistin dikkati dağılmışsa, bunun nedeni arzuların düşünceler düzeyinde tezahür etmesidir. Böylece analitik durumda arzulama mekanizması düşünme mekanizmasına müdahale eder. Arzu ve hafıza, ‘duyu izlenimlerine dayanan unsurlardan oluştuğu için’ duyularla ilişkilidir; her ikisi de anlık duyusal tatminin yokluğunu ima eder; biri duyusal nesnelerin bir deposunu varsayar, bellek kapsayıcıdır, diğeri ise duyusal olarak tatmin edici nesnelerin birleşimidir’. Arzu nesneleri ile arzulama edimi arasında bir ayrım yapmak gerekir. Arzu nesneleri “duyu izlenimlerine dayalı öğelerden” oluşabilse de, Bion’dan alıntı yapacak olursak, arzunun deneyimlenmesinin “şekli, kokusu ve tadı yoktur”. Arzu (arzunun deneyimlenmesinde olduğu gibi), kaygı gibi, psikanalitik bir nesnedir ve onun “psikanalistin gerçek dünyası” olarak adlandırdığı şeyin bir parçasını oluşturur. Kendimizi yalnızca duyularımız aracılığıyla deneyimlediklerimize açarsak, Bion’a göre terapist seansta neler olup bittiğini gözden kaçırabilir.


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir